Hayat ne güzeldi.
Kış mevsimi
olmasına rağmen yüzünüzü yalayan hafif bir soğuk vardı, havada. Aslında biraz sertti
rüzgâr, motosikletin hızına kıyasla… Gözler etrafta atık kâğıt ararken,
üzerinde bulunduğu yoldan da ayrılmıyordu, bakışlar.
Motosikletin gidonunda, soğuktan taş kesilen elleri
ile kazanıyordu günlük iaşesini… Ne hırsızdı başkalarının hakkını yiyecek ne de
dolandırıcıydı insanların hayalleri ile oynayacak. Bir garipti şu dünyada.
Dünyada garipti biraz ona. Nedir bu
insanların Karun olma çabası? Nedir bu insanlardaki birbirlerini öldürecek kadar
duydukları hınç? Bir kuru ekmek kavgası değil mi hayat? Ne kadar zengin olsak
da midemizin alabildiği kadar değil mi açlığımız?
Kafasını kurcalayan binlerce sorunun cevabı, geçim
sıkıntısı, ekmek parası… Tüm bu soruların cevabı, fiyatı ile
karşılaştırıldığında, arasında uçurumlar olan köhne bir evde bekleyen eşi ve
henüz konuşmaya başlamış çocuğunda idi. Bu sorulara cevap veremezlerdi elbette
ama bütün bu düşünceleri unutturuyorlardı işte… Geçici bir beyin sarsıntısı gibi…
Görsel Temsilidir.
Levhalarda 30, 50, 70 km ibarelerinin önüne, 1
ekleyerek araç sürmek de marifettir, kimine göre. O aracın içinde, rujlu
dudağını öne çıkararak fotoğraf çekmek de ayrı bir beceri… Anlık paylaşımla
beğeni toplamaya çalışmak ise günümüz hastalığı.
Sokakta gördüğü eski püskü elbiseli insanlar
hakkında, “Toplum içine böyle çıkılmaz,
güzel giyinmeli insan” düşüncesi, onu modern bir kişilik olarak
gösteriyordu arkadaşları arasında. Otobüste dillendirmişti, yine aynı konuyu.
Fakat yaşlı amcanın tek sözü yetmişti, çenesini kapamaya.
“Kızım senin düşüncelerin kadar kirli değil o
adamın üzeri”
Amaan! Neyse ne! Yine almaya gelecekti, son model
arabası olan erkek arkadaşı. Gezer tozar, unuturdu, kendi deyimiyle bu kapağı da … Yine levha
oyunları oynardı, beraber ikisi. Sonradan görme diliyle dillendirdiği internetine
fotoğraflar atacaktı yine.
Geçim sıkıntısı ne ya? Babam çalışıyor, benim. Nedir
insanların bu kazanma hırsı? Ve evet, siz anlayamazsınız.
§
Acı bir fren sesi… Tozpembe hayallerinden koparıp
sürükledi, gerçek hayatın yol kenarına. Ne olmuştu yâ. Tam da güzel bir
fotoğraf daha çekecekti. Hem güzel düşünceleri de bozuldu... Telefonun da ekranı kırıldı…
Hiç ses çıkmıyordu artık yola düşen insandan. Yerde sürüklenen
bir geçim sıkıntısıydı o da son buldu. Peki ya geride kalanlar? Güzel bir söz söylerdi, her tanıştığı insana;
“Valla abey, hayat bek gözel”
Kâğıtlar, özgür kalmışçasına uçuşuyordu, havada…
Duyarlı ve Anlayışlı güzel bir yazı olmuş. Elinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Sinan Bey.
SilMuhterem teyze oğlum; ağabeyim;
YanıtlaSilEllerine sağlık çok anlamlı bir öykü olmuş. Devamını bekliyoruz. Şu sözler özellikle çok hoşuma gitti:
"Bir kuru ekmek kavgası değil mi hayat? Ne kadar zengin olsak da midemizin alabildiği kadar değil mi açlığımız?"
Teşekkür ederim Hilmi'ciğim. Burada yazmaya devam edeceğim, İnşallah.
Silkalemine sağlık güzel ve sürükleyici
YanıtlaSilÖmür abi kusura bakma geç cevap vermiş oluyorum. Hilmi tekrar paylaşmasaydı, bu yazıma yapılan yorumlardan haberim olmayacaktı. Blogger'ın yeni bir cilvesi...
Sil“Kızım senin düşüncelerin kadar kirli değil o adamın üzeri” cümlesi haddinden fazla etkiledi, yazının tamamı çok güzel emeğinize sağlık ama bu söz hayatıma katılan bir artıdır onun için ayrıca teşekkür etmek isterim.
YanıtlaSilEskiden burası bir dönem topluluk blogu olmuştu. O dönemde Beytullah POYRAZ'ın yazdığı bir yazıydı. Beğenmenize sevindik. Beytullah POYRAZ'I kendi blogundan takip edebilirsiniz.
SilTeşekkürler Emre Bey;
Silİnsanları/insanımızı konu alan hikâyelerime biraz ara verdim. Yalnız yine bu konular üzerinde yazmış olduğum hikâyeleri ilerleyen zamanlarda paylaşmayı düşünüyorum.
Yorumunuz için teşekkürler!